Bir insanın bedeni ile kendisi arasına bir tek ve her zaman bir ve en son olarak zaman dahil olur, yada söz. Sonsuzluğa ne ile dokunabilirsin; şiir tek olan değil midir sonsuzluğa el atan, dokunan… Ve sonsuzluğun tek nesnesi “söz” olan değil midir? “Tan “da hiç bir şey yoktu, Bir tek söz ve zaman; işte insan… Söz ve bakire yıldızlar zaman öncesidir, Oysa insan neresindedir bunun. Nerede bulunur insan. Belki bir Klasik filoloji şairinin dediğidir ” İnsan kazanılması gereken bir şeydir”(Nietzsche)…Ve insan hala beklenen “biridir”. Geleceğe aittir.
Anlamak ve dair olmak eski bir hikâye kuşkusuz; Enkidu’nun çabası kadar bilenen bir şey. Neden aşağılıyorsun fahişeyi Enkidu, o değil mi sana hayatin koşulu olan ekmek yemeyi öğreten. Ama bu hikâye Sinuhe’nin acısı değil mi, Mısırdaki yalnız derviş ne zaman öldü ey hayat… Işık ve karanlık henüz ayrılmamışken Sappho hangi sözü bulacaktı ki bir Yunan tanrısının dudaklarında. Ve Sofoklesin komedyası bunun için yaratılmadı mı? Kuskusuz hayat, hayatlar doğanın en son ve tek sınırları oldu ve bu tek ve en son, son hayal kırıklığımız işte…
Lucretius sözü anlamak için doğayı ve verilen şeyi anlamak istedi belki… Sözün doğasını keşfetmek ve işte söz “De rerum natura” değil mi… Yalnızlık kalabalık bir tutumdur dilenci. Roma’da söz ve şiir Catullus”un “lesbia”sinda tanrilara yenildi ki okunmasaydı zamanın en eski ezgisi “Ezan” göklere en yakın bir yerde… Şiir ile şair arasında ne vardır, burada hayat bulunur ancak. Şair sözde değil sözün doğasında bulunur dilenci…
Rönesans doğanın yeniden keşfi ve insanın bulunma çabasında yatar, Rabelaisin Botticellinin gizemi ve önemi sözün insan kadar eksikliğindedir. Danteden Petrarca ya insan henüz geometrik bir törende gibidir. Sartre gibi demeli; Herkes Racine’i okumak zorunda değil. Peki, şiir neden Goethe de çıldırdı, düşüncelerin çıldırdığını nasıl gördük bu aydınlanmada. Anlam insanla olan şiddetli bağlarını neden bir karanlığa kapattı. Şirazlı Hafez ve sonra Kürtçenin yalnızlığındaki Xani ne ile yaşadılar. Ve sonra Kubla Han in Esrarı 12. asırda şiirin etkisinin ne kadar anlaşılmaz olduğunu gösterdi. İşte bu Gogol’un ölüleriydi…
Düz yazı ya da Prosa aklın en gelişmiş halinde bir başarı kazandı ama şiir her halinde vardı ve belki felsefeden çok o vardı. Bir mutezile için bu Razi’de olabilir İranlı bir Türk dervişte, şiir olmalıydı. Söz ve insan bir arada olmalıydı belki. Oscar Wilde sözün bütün coğrafyalarında gezindi ve anlamın doğusunda hep bulundu ve bu duygu ölümle olan diyaloğuna kadar sürdü. Sözün bir serüveni ve anlaşılma tarihi var, bu anlamlar dünyasının tek kendiliğindenliğidir. Bu çelişki uzlaşmıştır ve burada korkunç bir “gerçek” bulunur haldedir… Bir çelişki uzlaşırsa orada korkunç bir gerçek ortaya çıkar, doğaya rağmen, hayata rağmen. Kutsal Birgittanin söyleyecek bir şeyi yoktur artık. Bütün cümleler “davranmış” ve davranış başarılmıştır.
Doğacak ve türküsünü söyleyecek olan Ahmed Arif’tir. Söz tanrıların dudaklarından bir yoksulun hayatına nasıl girdiyse öyle… İspanya iç savaşında içinde George Orwelin da olduğu bir gemi kalkacaktı ak denizden hayata doğru bu gemi Nerudanın “gemisi “değil midir? Şiirin bu büyüklüğü nerede bulunur başka. Bu en son ve en ilerde öyle bir başarıdır ki, Schillerin Heine nin ve Hoffmanin kelimelerin en son sınırlarındaki yaşamlarını bile alt edebilir bir başarı. Drama kilisede başladı, Wiemar da bilinçsizliğin doğası bir yüksek bilinçle davranış edindi Brecht ile ama şiir ve söz hayatla başladı. İnsandan önce, hayat kadar yaşlıdır şiir…
Hayatın bir yeri vardır ve buna tarih denilir genellikle. Ve bu insanın oluşmak isteğiyle bir aradadır, yaratılmış ama oluşmak üzere olan bir insan… Burada söz, şiir ve matematikten başka bir şeye yer yoktur. Sonsuzluğa dokunmak bunlarla kutsanmıştır.